İçindekiler
Toggle“Ölüm, hayatı sonlandırır ama ilişkiyi sonlandırmaz.” – Mitch Albom
Birini kaybettiğimizde geride kalan yalnızca bir boşluk değildir. Anılar, cevapsız sorular ve kim olduğumuza dair derin sorgulamalar da bu sürecin bir parçasıdır. Kaybın ardından yas süreci sadece psikolojik değil, aynı zamanda biyolojik bir yeniden yapılanmadır. Beyin, kaybedilen kişiyi tanıyan sinir ağlarını sürdürmeye çalışır. Bu yüzden bazen kalabalıkta tanıdık bir sesi duyduğumuzu sanırız ya da onunla konuştuğumuz anları zihnimizde tekrar tekrar yaşarız.
Ancak, yasla nasıl başa çıkacağımıza dair net bir rehberimiz yoktur. Toplum “güçlü olmalısın” der, “zamanla geçer” der. Ama yas, geçmek için değil, yaşamak için vardır.
Kaybın ardından beyin adeta bir yeniden yapılanma sürecine girer. Bağlanma sisteminde devreye giren oksitosin ve dopamin hormonları azalırken, kortizol (stres hormonu) seviyesi yükselir. Prefrontal korteks rasyonel düşünmeye çalışsa da, limbik sistemin kayıpla başa çıkma süreci uzun ve sancılıdır.
Nörobilimci Mary-Frances O’Connor, The Grieving Brain adlı kitabında beynin yas sürecinde kaybedilen kişiyi bilinçsizce “aramaya” devam ettiğini söyler. Beyin, eski alışkanlıkları bozmamak için bir süre “sahip olduğu bağlantıları” sürdürüyor gibi davranır. İşte bu yüzden alışkanlıkları sürdürmek ve yavaş yavaş yeni bağlantılar kurmak yas sürecinin bir parçasıdır.
Ancak bu süreç herkes için aynı şekilde işlemez. Yas, yalnızca üzüntüyle sınırlı değildir. Boşluk hissi, motivasyon kaybı, kimlik sorgulamaları, hatta öfke gibi duygular da bu sürecin parçalarıdır.
Elisabeth Kübler-Ross’un ünlü yas modeli, süreci inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul olmak üzere beş aşamada açıklar. Ancak bu aşamalar sırasıyla yaşanmaz. Bir gün kabullenmeye yaklaşırken, ertesi gün inkâra geri dönebiliriz.
Yasın en ağır duygularından biri de suçluluktur. “Son anlarında yanında olmalıydım”, “Daha fazla aramalıydım” gibi düşünceler yas sürecinde sık görülür. Ancak kaybettiklerimiz bizden sonsuz bir fedakârlık beklemezdi. Kendimizi affetmek, yasın sağlıklı ilerleyebilmesi için gereklidir.
Travmatik yas, özellikle ani ölümler, kazalar veya beklenmedik ayrılıklar sonrası ortaya çıkabilir. Bu durumda yas süreci karmaşık hale gelir ve kişinin ilerleyememesine neden olabilir. İşte bu noktada psikoterapi devreye girer.
Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Yas sürecinde olumsuz düşünce kalıpları sık görülür. “Onsuz asla mutlu olamam” ya da “Yaşamaya devam etmem onu unutmam anlamına gelir” gibi inançlar, kişinin yas sürecini sağlıklı bir şekilde yaşamasını engelleyebilir. BDT, bu çarpıtmaları fark ederek bireyin düşüncelerini yeniden şekillendirmesine yardımcı olur.
Kabul ve Kararlılık Terapisi (ACT): “Acıyla savaşmak, onu büyütür.” ACT, yasla savaşmak yerine onunla birlikte hareket etmeyi öğretir. Duygularımızı bastırmadan, onlara alan açarak ilerlemeyi sağlar.
Bilişsel Davranışçı Sistem Analizi Psikoterapisi (CBASP): Özellikle uzun süren yas tepkilerinde etkilidir. Eğer kişi yıllar geçmesine rağmen kaybın etkisinden çıkamıyorsa, CBASP bireyin yas döngüsünü fark etmesini ve bilinçsizce tekrar eden yas tepkilerini anlamasını sağlar.
Metakognitif Terapi (MKT): Yas sürecinde sık görülen durumlardan biri ruminasyondur. Yani sürekli olarak kaybın nedenlerini düşünmek ve kendini suçlamak. MKT, bu ruminatif düşünceleri durdurarak kişinin yas sürecini daha sağlıklı yönetmesine yardımcı olur.
“Ölülerin ardından yas tutmayın, çünkü onlar artık huzurdadır. Kendinize yas tutun, çünkü siz hala acı çekiyorsunuz.” – Epiktetos
Yas süreci, hayatın doğal bir parçasıdır ama onu nasıl yaşadığımız önemlidir. Kaybettiklerimiz, hatırladıkça bizimle olmaya devam ederler. Acı tamamen geçmez ama ona alışılır. Onu taşımanın yolları bulunur. Ve en sonunda, yaşamak ağır gelse bile, hayata devam etmek bir seçenek olmaktan çıkar; içten gelen bir ihtiyaç haline gelir.
Benim yasımdan kısa bir yazı okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz. Sevgiyle kalın.
Uzm. Psk. Selin Kahvecioğlu Ocak