İçindekiler
ToggleEce Gürel’in trajik ölümü, yalnızca bireysel bir kayıp değil, aynı zamanda modern dünyanın çürümüşlüklerini de gözler önüne seren bir olay oldu. İş hayatındaki mobbingin insan psikolojisini nasıl çökerttiği, ekonomik belirsizliklerin bireyleri nasıl savunmasız bıraktığı ve belirsizlik içindeki insanların nasıl spiritüel dolandırıcıların eline düştüğü gibi birçok konu, bu vakada iç içe geçmiş durumda. Ancak ne oldu? Olayın asıl meseleleri yerine, medya ve kamuoyu “cadılık eğitimi”, “ritüeller”, “enerji blokajları” gibi tamamen saçma sapan söylemlerle meseleyi sulandırmayı tercih etti.
Bu hikâyede insanın sinirini en çok bozan şey, Gürel’in yaşadığı ağır mobbing ve ekonomik çıkmazın neredeyse hiç konuşulmaması. Konu nasıl oldu da büyü bozma seansları ve numeroloji şarlatanlığına evrildi? Bunun basit bir açıklaması var: Toplumun ve medyanın, sistemin asıl sorunlarını konuşmak yerine bireysel “gariplikler” üzerinden olayları magazinleştirme huyu. Ha bu modern safsatalar konuşulmamalı mı elbette konuşulmalı. Yalnız burada örtük bir durum söz konusu: Eğer iş yerinde baskı ve psikolojik taciz, ekonomik güvensizlik ve sistematik sömürü konuşulursa, işverenlerden ve kötü çalışma koşullarından bahsetmek gerekecek. Ama hayır, biz onun yerine “cadı mıydı, değil miydi?” gibi absürt sorularla meseleyi mistikleştirip daha ‘‘tıklanabilir’’ hale getiriyoruz.
Gürel’in hikâyesinde iki büyük facia var: Biri, iş yerinde yaşadığı psikolojik şiddet, diğeri ise spiritüel aldatmacaların pençesine düşmesi. İş yerinde yaşadığı baskı, psikolojisini çökertti. Kendini çaresiz hissettikçe, bir çıkış yolu aradı. Ve ne yazık ki, insanların çaresizliklerini fırsata çevirmekte uzmanlaşmış sözde spiritüel ‘’uzmanların’’ eline düştü. Medyanın göz ardı ettiği asıl mesele, budur.
İnsan psikolojisinin en temel prensiplerinden biri, kontrol hissini kaybeden bireyin, o kontrolü yeniden kazandığını hissettiren herhangi bir şeye sıkı sıkıya sarılmasıdır. İşte spiritüel şarlatanlar tam da bu mekanizmayı kullanır. “Evren sana bir mesaj gönderiyor, enerjilerin bloke olmuş, geçmiş hayatında bir karma yaratmışsın” gibi sözler, tamamen çaresizlik içinde olan insanların beynini tutsak eden psikolojik manipülasyon teknikleridir.
Bunlar bilimle açıklanamıyor çünkü açıklanacak bir şey yok. Spiritüel piyasada anlatılan hiçbir şeyin elle tutulur bir gerçekliği yok. Ama anlatım şekli, insana kendini özel hissettirdiği için hele ki telkine yatkın kimseleri gerçekliği sorgulamadan kabul etmeye meyilli hale getiriyor. Numeroloji ve enerji temizliği gibi şeyler, hiçbir bilimsel temeli olmamasına rağmen, “ama binlerce insan inanıyor” gibi bir argümanla meşrulaştırılıyor.
Gürel’in de bu sistemin içine düşmesi, yalnızca onun tercihiyle açıklanamaz. Mobbing ve ekonomik zorluklar gibi faktörler, onu rasyonel düşünceden uzaklaştırarak bu sahte çözümlere daha açık hale getirdi. Bireyler ne kadar çaresizleşirse, o kadar telkine açık hale gelir ve irrasyonel çözümlere yönelir. Bunu bilen dolandırıcılar da tamamen “çaresizlik pazarına” oynar.
Gürel’in, spiritüel dolandırıcılara para kaptırdığı ortaya çıktığında şaşırdık mı? Hayır. Çünkü bu sistem tam olarak onun gibi psikolojik çöküş yaşayan insanları hedef alıyor. Kaynaklara göre, kendisini “cadı eğitmeni” olarak tanıtan biri, Gürel’e “ritüel bilgisi, enerjisel dönüşüm ve büyü bozma” gibi bilim dışı saçmalıklar öğretme vaadiyle büyük miktarda para aldı.
Bununla da bitmedi. Bu tür kimseler, müşterilerini bağımlı hale getirmek için psikolojik teknikler kullanır. “Büyüyle kapanmış blokajlarını açtırmazsan hayatın düzelmez” söylemi, saf korku yaratmak için kullanılır. İnsanlar, en temel korkularından biri olan geleceği bilmemek ve kontrol edememek yüzünden, bu tarz söylemlere inanma eğilimi gösterirler.
Ece Gürel’in de yaşadığı süreç tam olarak bu. İş yerinde yaşadığı mobbing, geleceğe dair belirsizlik hissini artırdı ve onu kontrol hissini geri kazanabileceği herhangi bir yere yöneltti belki de. Meditasyon, reiki, numeroloji, astroloji… Ne sunulursa sunulsun, yeter ki bir cevap olsun, yeter ki bir çözüm sunulsun. Ama çözüm sunulmuyor, yalnızca bağımlı hale getirilmiş yeni bir müşteri kazanılıyor.
Mobbing altında ezilen bir insanın bilimsel ve rasyonel bir çözüm arayacak zihinsel kapasitesi kalmadığında, elindeki en kolay ve en ulaşılabilir çözüme sarılması çok normal. Ne yazık ki, en ulaşılabilir çözümler genellikle en büyük tuzaklardır.
Şimdi şu soruyu soralım: Ece Gürel neden bu tarz saçmalıklara inanmış olabilir? Daha da önemlisi, insanlar neden bilimsel çözümler yerine spiritüel saçmalıklara inanma eğiliminde?
Cevap basit ve bir o kadar karmaşık, en önemlisi ile başlayalım: Çünkü insan beyni belirsizliğe tahammülsüzdür.
Hayat kontrolden çıktığında, insanlar bir anlam aramaya ve bu anlamı onlara kim daha hızlı, daha etkileyici bir şekilde sunarsa ona inanmaya yatkındır. Bunu fark eden dolandırıcılar, yıllardır aynı şablonu kullanarak “evrenin mesajları”, “enerji blokajları”, “frekans yükseltme” gibi hiçbir bilimsel temeli olmayan ama çok etkileyici duyulan kavramlarla insanları kandırıyorlar.
Ece Gürel gibi çaresizlik hisseden bireyler için bu tür spiritüel söylemler, bir kurtuluş kapısı gibi görünebilir. Ancak bilim, bu fenomenin arkasındaki psikolojik mekanizmaları çoktan açıklamış durumda.
Eğer hayatınızda her şey ters gidiyorsa, geleceğiniz belirsizse ve işler sürekli kötüye gidiyorsa, bir noktada kendinizi tamamen güçsüz hissedersiniz. Bu noktada beyin, o gücü yeniden kazanmak için kendini kandırmaya meyilli hale gelir.
Harvardlı psikolog Ellen Langer’ın 1975’te ortaya koyduğu Kontrol Yanılsaması (Illusion of Control) teorisi, insanların kontrolü tamamen kaybettiklerinde bile kontrol sahibi olduklarını düşünmeye meyilli olduklarını kanıtladı.
Tam olarak burada devreye tarot kartları, numeroloji, reiki ve enerji temizliği gibi uygulamalar giriyor. İnsanlara şu mesaj veriliyor: Senin hayatın kötü gidiyor çünkü enerjin düşük, çakraların kapanmış, yanlış titreşimler yaymışsın. Ama korkma! Bu sorunu çözebiliriz.
Bu söylem tamamen sahte bir kontrol hissi sunuyor, ama sahte de olsa kontrol sahibi olduğunu düşünmek insanı rahatlatıyor. Çünkü kontrol sahibi hissetmek, bilinmezliğe tahammül etmekten çok daha kolay.
Ece Gürel de benzer bir süreçten geçmiş olabilir. İş yerinde sürekli baskı görüyordu, ekonomik olarak güvensiz hissediyordu, geleceği hakkında kaygıları vardı. Gerçek çözümler için çaba göstermek yerine, ona doğrudan bir çözüm vaat eden kişilere inanmaya başladı. Çünkü “enerji temizliği” yaptırmak, “mobbinge karşı haklarını savunmaktan” daha kolaydı. Böyle bir sistem, böyle bir çark içerisinde mobinge karşı sesini yükseltememeyi ne kadar bireysel bir nedene bağlayabiliriz, orası tartışılır…
İnsan beyni sistematik düşünmeye programlı değildir. Kendi işine gelen şeyleri daha kolay kabul eder, tersini gösteren kanıtları ise görmezden gelme eğilimindedir. Spiritüel inanışların bu kadar popüler olmasının bir nedeni de tam olarak budur: İnsanların bilişsel yanlılıkları ve algısal hataları.
İşte birkaç örnek:
Özetle, beynimiz spiritüel dolandırıcılığın yalanlarını fark etmeye değil, onlara inanmaya eğilimlidir.
İnsanlar gerçek sorunlarla yüzleşmek yerine kaçışı seçmeye meyillidir. Özellikle tükenmişlik sendromu yaşayan kişiler, uzun süredir mobbing gören veya ekonomik sıkıntılar içinde boğulan ama yine de o işe devam etmek zorunda olan kişiler olabilir. Tükenmişlik halinin getirdiği dayanılmaz ağırlık ise insanın “kolay ama sahte çözümlere” yönelmesine neden olabilir.
Bu, öğrenilmiş çaresizlik teorisiyle de açıklanabilir. Eğer bir birey, ne yaparsa yapsın hayatındaki olumsuzlukları değiştiremeyeceğini düşünmeye başlarsa, zamanla mücadeleyi bırakır ve kaderini kabullenir. Tam da bu noktada, ona doğrudan bir çözüm sunan spiritüel sistemler çekici hale gelir.
Bir klinik psikolog olarak defalarca klinik pratiğimde bu benzeri durumlara şahit oldum: İnsanlar terapi almayı veya hayatlarında somut değişiklikler yapmayı uzun ve zor bir süreç olarak görüyor, ama 3 seanslık “karma temizleme ritüelinin” hayatlarını bir anda düzelteceğine inanabiliyorlar.
Çünkü biri size “Kendinize çeki düzen verin, iş hayatınızdaki sorunlarla yüzleşin, mobbinge karşı mücadele edin” dediğinde, bu zor gelir. Ama bir diğeri “Frekansını yükselt, çakralarını aç, evren sana fırsatlar sunacak” dediğinde, bu kulağa çok daha çekici gelir.
Ama bu çaresizlik pazarı sömürüsünün gerçek bir değişim yaratmayı bırakın, insanları daha derin bir çukura itmekten başka bir şey yaptığı yoktur.
Günümüzde Instagram ve TikTok gibi platformlar, spiritüel dolandırıcılık için adeta bir cennet haline geldi. “Yaşam koçu”, “enerji şifacısı”, “frekansta yükselme uzmanı” gibi titrlerle binlerce insanı etkileyen kişiler, kendilerini modern çağın mistik kurtarıcıları olarak pazarlıyorlar. Ama hepsi aynı şeyi yapıyor: Çaresiz insanlara umut satıp paralarını alıyorlar.
Ve kimse fark etmiyor ki, bu kişilerin büyük kısmı birkaç yıl önce bambaşka işlerle uğraşıyordu. Dün moda influencer’ı olan biri, bugün enerji şifacısı olarak hizmet veriyor. Dün kripto yatırımı yapan biri, bugün numeroloji uzmanı.
Bunlar bireysel bir inanç meselesi değil, tamamen ekonomik bir sektör haline gelmiş durumda.
Ece Gürel’in trajik hikayesi, aynı zamanda modern dünyanın en büyük ikilemlerinden birini ortaya koyuyor: Eğitim al ama iş bulama. Yıllarca oku, çabala ama sonunda hiçbir şey değişmesin. Tam olarak bu çıkmazda sıkışmış birçok insan gibi, o da hayatını kazanmak için ilgisi olmayan bir işte çalışmak zorunda kaldı.
Gürel, İstanbul Üniversitesi’nde Mimarlık eğitimi aldı, Anadolu Üniversitesi’nde Adalet okudu, ardından Veteriner Asistanlığı bölümünü bitirdi. Üç farklı üniversite eğitimi almasına rağmen, hiçbiri ona bir kariyer güvencesi sunmadı. İş bulabilmek için ilgisiz bir sektörde çalışmak zorunda kaldı, bir hukuk bürosunda işe başladı. Ve orada ne oldu? Mobbingin içine düştü.
Mobbing mağdurları, hayatlarını sürdürebilmek için çalışmaya devam etmek zorunda hissederken aynı zamanda gün be gün psikolojik çöküş yaşarlar. Bir yandan ekonomik güvensizlikle boğuşurken, diğer yandan iş yerinde sürekli bir savaş vermek zorunda kalırlar. Sonuç? Çıkış yolu bulamayan zihin, ya depresyona girer, ya da kaçacak bir alternatif gerçeklik yaratır.
Ekonomik istikrarsızlık, insan beyninin işleyişini doğrudan etkiler. Finansal belirsizlik yaşayan bireylerde, kronik stres hormonları (özellikle kortizol) yükselir, bu da duygusal düzenlemeyi ve sağlıklı karar verme süreçlerini bozar (McEwen, 2007). Maddi güvensizlik içinde olmak, kişinin ruhsal dayanıklılığını azaltır ve onu manipülasyona açık hale getirir.
Whitson ve Galinsky (2008) tarafından yapılan bir araştırma, kontrol kaybı yaşayan insanların, hayatlarında anlam yaratmak için mistik inanışlara yönelme olasılıklarının arttığını gösteriyor. Bu ne anlama geliyor? Maddi sıkıntı içindeyseniz, işinizi kaybetme korkusu yaşıyorsanız, geleceğiniz belirsizse, beyniniz sizi “alternatif açıklamalar” bulmaya yönlendirir. İşte bu yüzden ekonomik olarak zayıf ve gelecek kaygısı içinde olan insanlar, spiritüel kandırmacalara daha kolay inanıyorlar.
Ece Gürel’in de tam olarak bu kırılganlık noktasında olduğu anlaşılıyor. Üç üniversite okumuş bir kadın, iş bulamamış, sevmediği bir işte mobbinge maruz kalmış ve hayal kırıklığı içinde kalmış. Ekonomik güvensizliği nedeniyle ayrılıp gidemiyor, çünkü geçinmek zorunda. Ama aynı zamanda, bu işte kalması da ruhsal olarak onu çökertiyor.
Bu döngü, onu alternatif bir çıkış yolu aramaya daha fazla itmiş olabilir mi? Cevap evet. İşte spiritüel dolandırıcıların tam olarak hedef aldığı insan profili bu.
Ece Gürel’in trajik ölümü, yalnızca bireysel bir hikâye değil, modern toplumun kırılganlıklarının, adaletsizliklerinin ve sömürülerinin bir aynası. Eğitimli, çalışkan ve hayatını kazanmak için çabalayan genç bir kadının, çalışma hayatında maruz kaldığı mobbingin, ekonomik belirsizliğin ve psikolojik çöküşün ardından spiritüel dolandırıcıların ağına düşmesi, bir sistem eleştirisinden bağımsız düşünülemez.
Ama en büyük sorun şu: Bu olaya nasıl bakıyoruz?
Medya, Ece Gürel’in ölümünü bir “mistik vaka”, bir “cadı eğitimi skandalı” gibi sunmayı tercih etti. Gürel’in yaşadığı gerçek sorunları konuşmak yerine, hikâyesini absürt bir hale getirerek asıl meseleyi gizledi. Peki, Ece Gürel’in bu noktaya nasıl geldiğini gerçekten merak eden var mı? Yoksa mesele, sadece birkaç gün konuşulacak bir “ilginç vaka” yaratmak mıydı?
Onun ölümü, bize eğitimli olmanın, çalışkan olmanın, çabalamanın bile bazen yetmediğini, insanların ekonomik ve psikolojik çıkmazlara sürüklendiğinde ne kadar savunmasız hale gelebildiğini gösteriyor. Spiritüel şarlatanlar, tam da bu çıkmaz anlarında devreye girerek, umut satıp çaresizlikten para kazanıyorlar. Ama Gürel’in hikâyesinde, belki de en acı olan şey şu: Onun bu çıkmazına ses olan kimse yoktu.
Şimdi birileri çıkıp diyecek ki:
“Ama herkes kendi seçimlerini yapar.”
Peki gerçekten öyle mi?
Eğer bir kişi sistematik olarak iş yerinde aşağılanıyorsa, geçimini sağlayabilmek için sevmediği bir işte çalışmak zorundaysa, sürekli bir ekonomik kaygı içindeyse, psikolojik olarak desteğe erişimi yoksa ve sonunda bir çıkış yolu ararken yanlış insanlara denk geliyorsa… Bu gerçekten yalnızca “bireysel bir seçim” mi? Yoksa toplumun, sistemin, iş hayatının ve ekonomik düzenin bir sonucu mu?
Mobbing yalnızca iş yerinde yaşanan günlük bir rahatsızlık değil, bireyin kendilik algısını yok eden, ona sistematik olarak değersiz olduğunu hissettiren ve psikolojik olarak çökerten bir süreç. Finansal güvensizlik yalnızca bir para problemi değil, bireyin kendi hayatı üzerindeki kontrolünü kaybetmesi ve bu yüzden ona en kolay ulaşan çözüme sarılmasıdır. Oysa gerçek şu: Ece Gürel yalnızca kendi hatalarının değil, içinde yaşadığı sistemin ve toplumun bir kurbanı oldu. Onun anısını, onu mistikleştirerek, yalnızca “spiritüel aldanışa uğrayan biri” gibi göstererek değil, onu bu noktaya getiren her faktörü konuşarak yaşatabiliriz.
Bu trajediden ders çıkarmak istiyorsak, mobbinge karşı daha ciddi yaptırımlar talep etmeli, ekonomik belirsizliğin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini daha fazla konuşmalı ve insanların çaresizliğini sömüren spiritüel piyasalar konusunda daha fazla farkındalık yaratmalıyız.
Ece Gürel’e Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Onun hikâyesi, yalnızca bir trajedi olarak değil, aynı zamanda sistemin ihmallerinin ve sahte bilimcilerin yarattığı çaresizlik pazarının bir yansıması olarak hatırlanmalı.
Kaynakça: