8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, iş hayatında kadın olmanın önemini vurgulamak, kadınların karşılaştıkları sistemik engelleri görünür kılmak ve gerçek bir eşitlik için ses yükseltmek adına önemli bir gün. Kadınlar her sektörde varlık gösteriyor olsa da, iş hayatında yükselirken hâlâ görünmez engellerle, cam tavanlarla ve cam uçurumlarla karşılaşıyorlar. Bugün Dunapack Packaging’de gerçekleştirdiğim webinarda, bu konular üzerine konuştum. Yayında katılımın yoğun olduğu ve yayın boyunca kimsenin ayrılmadığı bilgisi benim için önemliydi. Bu, iş hayatındaki kadınların karşılaştığı zorlukların ne kadar tanıdık ve gerçek olduğunu bir kez daha gösterdi.
İçindekiler
ToggleWebinarda, iş yerinde kadınların yaşadığı mikrotravmaların psikolojik etkilerini, cam tavanın yalnızca dışsal değil, içselleştirilmiş bir engel olarak nasıl işlediğini ve bilişsel çarpıtmaların kadınların kariyer yolculuklarını nasıl etkileyebileceğini ele aldım. Birçok kadının iş hayatında karşılaştığı ancak adı tam olarak konulamayan bu bariyerleri anlamadan, çözüm üretmek de mümkün değil.Kurumsal eğitimlerde edindiğim deneyimler ve kadınların iş hayatındaki görünmez mücadelelerine dair gözlemlerim ışığında, bu yazıyı kadınların sistemik engellerle nasıl başa çıkabileceklerini daha iyi kavrayabilmenin önemini vurgulamak için kaleme aldım.
Kadınların iş hayatındaki varlığı istatistiklere yansıyor, ancak fırsat eşitliği hâlâ söylem düzeyinde kalan bir ideal olmaktan öteye geçemiyor. Kurumsal şirketlerden akademiye, küçük işletmelerden kamu sektörüne kadar kadınlar benzer engellerle karşılaşmaya devam ediyor: Cam tavan, cam uçurum, erkek normlarına göre belirlenmiş liderlik standartları ve yapısal ayrımcılık…
Peki, bu döngüler, cam tavanlar, cam uçurumlar neden kırılmıyor? Kadınların bir pozisyona erişebilmek için erkek meslektaşlarına kıyasla neden daha fazla kanıt sunması bekleniyor? Neden liderlik koltuklarına ancak kriz anlarında “çözüm üretmesi” için oturtuluyorlar? Daha da çarpıcısı, neden bazı kadınlar, bu sistemin sürdürücüsü haline gelerek diğer kadınları daha fazla zorlayan mekanizmaların bir parçası oluyor?
Bu soruların yanıtı elbette yalnızca bir klinik psikoloğun yazısında bulunamaz. Ancak, kadınların kariyer yolculuklarında karşılaştıkları görünmez ama son derece etkili sistemik engelleri, bu engellerin psikolojik etkilerini ve bilişsel yaklaşımlar çerçevesinde nasıl ele alınabileceğini incelemek mümkün. Gerçek bir değişim için yalnızca bireysel çaba değil, sistemin kendisini de sorgulamak gerektiğini unutmadan…
Cam tavan, kadınların belirli bir noktaya kadar yükselmelerine izin verirken, daha üst pozisyonlara gelmelerinin sistematik olarak engellenmesi anlamına gelir (Morrison & Von Glinow, 1990). Bu görünmez bariyerler, bireysel yetersizliklerden değil, toplumsal cinsiyet normlarından, kurumsal yapılardan ve erkek egemen iş kültürlerinden kaynaklanmaktadır.
Ancak en tehlikeli cam tavan ise içselleştirilmiş olandır. Kadınların yıllar içinde öğrendiği “fazlasıyla çalış, ama şikayet etme”, “kendini kanıtlamadan söz alma”, “uygun olanı bekle” gibi kalıplar, onların kendi kariyer gelişimlerini baltalayan düşünce yapıları yaratmalarına neden olabilmektedir (Eagly & Carli, 2007).
Bu noktada, bilişsel çarpıtmalardan bahsetmek gerekir. Cam tavanla karşılaşan kadınlar sıklıkla şu tür düşünceler geliştirir:
Bu tür düşünceler öğrenilmiş çaresizlik yaratır. Defalarca başarısızlığa uğrayan ya da sistematik olarak görmezden gelinen kadınlar, zamanla kariyerlerinde daha az risk almaya, daha az talepte bulunmaya ve kendilerini geri çekmeye başlarlar. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT),bilişsel yeniden yapılandırma tekniği ile bu olumsuz düşünce kalıplarını fark edip değiştirmeye yardımcı olabilir (Clark & Beck, 2010). Örneğin, “Yeterince iyi değilim” yerine “Benim deneyimim ve becerilerim, bu pozisyon için yeterli” gibi alternatif düşünceler geliştirmek mümkündür.
Cam tavanı aşan kadınlar, bu sefer cam uçurum ile karşı karşıya kalıyor. Cam uçurum, kadınların genellikle kriz anlarında liderlik pozisyonlarına getirilmesi anlamına gelir (Ryan & Haslam, 2005).
Bu strateji, iş dünyasında kadınların başarısız olmasını isteyenler için mükemmel bir sistemdir: Eğer kadın bir lider başarısız olursa, “Kadınlar liderliğe uygun değil” algısı pekiştirilir. Eğer başarılı olursa, “Bu kriz geçiciydi, liderliği devredebiliriz” denir.
Cam uçurumun kadınlar üzerindeki sonuçları ağırdır:
Yapılan araştırmalar, kriz dönemlerinde atanan kadın liderlerin çok daha fazla eleştirildiğini ve destek sistemlerinden mahrum bırakıldığını göstermektedir (Haslam & Ryan, 2008).
Kadınların iş dünyasında var olabilmesi sadece yetenekleriyle ilgili bir mesele değildir. Sistematik ayrımcılık, bilinçsiz önyargılar ve erkek egemen iş kültürünün etkileri, kadın çalışanları psikolojik ve profesyonel olarak yıpratmaktadır. Cam tavanı aşabilen kadınlar cam uçurumla karşılaşırken, iş hayatındaki görünmez mikrotravmalar, mansplaining ve kadınlar arası mobbing gibi unsurlar da bu süreci daha zor hale getirmektedir.
Kadınlar iş yerinde sıklıkla üstü kapalı ayrımcılıklar, küçümsenme, dışlanma ve psikolojik sınamaya maruz kalmaktadır. Bu deneyimler doğrudan bir taciz veya mobbing şeklinde olmayabilir; ancak zaman içinde birikerek kadınların ruh sağlığını ve iş tatminini olumsuz etkileyen mikrotravmalar yaratır.
Kadınların ifade özgürlüğünü sınırlayan, yetkinliklerini sürekli sorgulamalarına neden olan ve kariyerlerinde ilerlemelerine ket vuran bu tür deneyimler, stres ve kaygı bozukluklarının artmasına sebep olmaktadır. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) bireyin yaşadığı olaylara karşı geliştirdiği otomatik düşünceleri fark etmesini ve yeniden yapılandırmasını sağlar (Clark & Beck, 2010).
Mikrotravmaların psikolojik etkileri:
Bilişsel yeniden yapılandırma teknikleri, bireyin kendisini sürekli suçlamasını engelleyerek, olaylara daha gerçekçi bakmasını sağlayabilir. Örneğin, kadınların iş yerinde bir fikir sunduğunda görmezden gelinmesi, onları “Demek ki benim fikirlerim değerli değil” düşüncesine sürükleyebilir. Oysa BDT ile bu düşünce “Fikirlerim görmezden geliniyor çünkü cinsiyet önyargıları devrede olabilir, bu benim yetkinliğimle ilgili değil” şeklinde yeniden çerçevelenebilir.
Mansplaining, erkeklerin kadınlara, onların uzmanlık alanlarında bile üstten bir dille açıklama yapması anlamına gelir (Solnit, 2008). Erkeklerin, kadınların uzmanlıklarını küçümseyerek onlara gereksiz açıklamalar yapması, iş yerinde kadınların sözünün kesilmesine, görüşlerinin hafife alınmasına ve liderlik kapasitelerinin sorgulanmasına yol açmaktadır.
Bu tutum, kadınların iş yerinde kendilerini sürekli kanıtlama baskısı altında hissetmelerine sebep olur. Kadınlar, aynı konumda çalışan erkeklerden daha fazla açıklama yapmak zorunda kalırken, “Benden daha iyi biliyor olabilirler” gibi bir içselleştirme sürecine girebilir.
Mansplaining’in kadınlar üzerindeki psikolojik etkileri ise şunlardır:
Mansplaining yalnızca iş yerinde değil, sosyal yaşamda, ilişkilerde ve akademide de kadınların sesini bastıran bir mekanizma olarak işler. Bu dinamik, kadınların kendilerini ifade etme becerilerini baskılayarak içe kapanmalarına neden olabilir.
Kadınların erkek egemen bir sistemde var olmaya çalışırken birbirlerine karşı daha sert olabildikleri bilinen bir gerçektir. Kadınlar arasında yaşanan mobbing, genellikle “kraliçe arı sendromu” ile ilişkilendirilmektedir (Staines, Tavris & Jayaratne, 1974). Kadın yöneticiler bazen diğer kadın çalışanlara destek olmak yerine onlara daha fazla zorluk çıkarabilir. Bunun nedeni, erkek egemen iş ortamlarında kadınların liderlik için sınırlı fırsatlara sahip olması ve rekabetin artmasıdır diyebiliriz.
Türkiye’de yapılan bir araştırma, çalışanların %75’inden fazlasının kariyerleri boyunca en az bir kez iş yerinde şiddete veya tacize maruz kaldığını ortaya koymaktadır (Özyeğin Üniversitesi & ILO, 2023). Kadın yöneticilerle çalışan kadınlara yönelik yapılan bir diğer araştırma ise, hiyerarşik ilişkilerin iş yaşamındaki stres düzeyi üzerindeki etkisini incelemiş ve kadın çalışanların, kadın yöneticilerle çalışırken daha fazla duygusal zorlanma bildirdiğini göstermektedir (İş ve İnsan Dergisi, 2020).
Kadınların iş dünyasında karşılaştıkları sistemik engelleri anlamak için bireysel deneyimlere değil, tarihsel ve toplumsal süreçlere bakmak gerekir. Toplumsal cinsiyet rolleri, yalnızca iş yerindeki konumları değil, kadınların bu konumlarda nasıl algılandığını da belirler. Liderlik mi? Yeterince “sert” değilse zayıf, fazla “sert” olursa otoriter. İş birliği mi? Fazla uyumluysa yetersiz, fazla iddialıysa tehditkâr. Özetle, kadınların liderlik becerileri nesnel olarak değil, toplumun kalıp yargıları üzerinden değerlendirilir.
Bu algılar, kadınların psikolojik sağlamlığını tehdit ederken, onları sürekli savunma pozisyonuna iter. Sürekli kendini ispatlama baskısı, uzun vadede tükenmişlik sendromuna kapı aralıyor. Bu noktada, mesele sadece bireysel direnç geliştirmek değil, sistemik eşitsizlikleri görünür kılmak ve bunlara karşı bilinçli bir mücadele yürütmek.
Peki, kadınlar bu sistemik engellerle nasıl baş edebilir? Araştırmalar, bilişsel yeniden yapılandırma tekniklerinin bireylerin algılarını değiştirmede etkili olduğunu gösteriyor. Yani, kadınların yaşadıkları deneyimlerin kişisel bir yetersizlik değil, sistemin kendisine ait bir problem olduğunu fark etmeleri önemli bir adım. Fakat farkındalık tek başına yeterli değil. İş yerinde sistemik engelleri aşmak ve cam tavanı kırmak için uygulanabilecek bazı temel stratejiler şunlardır:
Kadınların iş hayatında yaşadığı mikrotravmalar çoğu zaman “önemsiz” veya “abartılı” olarak değerlendirilir. Ancak yapılan çalışmalar, bu tür mikrotravmaların uzun vadede iş tatmini, özgüven ve psikolojik dayanıklılık üzerinde ciddi etkiler yarattığını ortaya koyuyor. Örtük önyargıları fark etmek ve iş yerinde güvenli alanlar yaratmak, bu engellerle baş etmenin kolektif yollarından biri. Kadın çalışanların psikolojik esnekliklerini artırması için bilişsel yeniden yapılandırma, stres yönetimi teknikleri ve grup terapileri gibi bilimsel temelli yöntemlerden yararlanılmalıdır.
Sonuç olarak, cam tavanları,uçurumları aşmanın tek yolu bireysel mücadele değil. Sistemin görünmez yükünü sadece bireylerin taşıması beklenemez. Kadınların yalnızca daha dirençli olması değil, sistemin de daha adil olması gerekir. İşte asıl çözüm burada başlıyor.
Kaynakça