İçindekiler
ToggleGeçtiğimiz gün Bolu’da yaşanan korkunç yangın, yalnızca fiziksel kayıplara neden olmakla kalmadı, aynı zamanda toplumun ruh sağlığını derinden etkileyen kolektif bir yas sürecini de beraberinde getirdi. Büyük felaketler, savaşlar, doğal afetler, salgınlar veya toplumu derinden etkileyen trajik olaylar karşısında bireyler sadece kişisel değil, aynı zamanda toplu bir yas süreci yaşarlar. Kolektif yas, bireylerin yalnızca kişisel kayıpları için değil, ait oldukları topluluğun yaşadığı ortak travmalar nedeniyle de yas sürecine girmesi olarak tanımlanabilir.
Bireysel yas, genellikle kişisel bir kayıp nedeniyle yaşanırken, kolektif yas daha geniş bir topluluk veya milletin ortak bir kaybı paylaştığı durumlardır. Bolu’da yaşanan trajik yangın, yalnızca orada olan insanların canına mal olmasına neden olmadı; birçok insanın anılarını, yaşam alanlarını ve güven duygusunu da beraberinde götürdü. Yangının ardından herkes büyük bir üzüntü ve öfke içerisinde; bazıları önlenebilir bir felaket olduğunu düşünüyor, bazıları ise daha iyi bir müdahale sürecinin olabileceğini savunuyor. Kocaman ihmaller zinciriyle yaşanan bu facia oradaki canlarını yitiren yakınların değil, tüm toplumun yasını öfkesini acısını beraberinde getiriyor. Bu öfke ve kayıp duygusu, kolektif yas sürecinin temel bileşenlerindendir.
Sigmund Freud, “Mourning and Melancholia” adlı kitabında, kayıp sonrası yasın bireyde nasıl işlendiğini anlatırken, kolektif yasın bireysel yastan farklı olarak paylaşılan bir kimlik kaybına da neden olabileceğini vurgulamıştır. Freud’a göre, kaybedilen kişi ya da olgu, bireyin kimliğinin bir parçası olarak içselleştirilir ve kayıpla birlikte bu parçanın da eksildiği hissedilir. Kolektif yas sürecinde bu durum daha geniş bir grup içinde yaşanır ve toplumsal bellek üzerinde derin etkiler bırakır.
Travma ve psikolojik iyileşme konularındaki öncü çalışmalarıyla tanınan psikiyatrist Judith Herman, kolektif travmanın bireysel travmalara kıyasla daha geniş ölçekli bir psikolojik etki yarattığını ifade eder. Herman’a göre, Bolu’daki yangın gibi olaylar toplumda yalnızca kayıp hissi değil, aynı zamanda adalet arayışı, öfke ve ihmal algısı gibi duyguları da tetikleyebilir. İnsanlar, yalnızca kaybettiklerinden dolayı değil, aynı zamanda bu tür felaketlerin nasıl önlenebileceği konusunda politik ve sosyal sorular sormaya başladıklarında daha büyük bir psikolojik mücadeleye girerler.
İyileşmek, kolektif bir eylemdir!
Kolektif yas genellikle travmatik bir olayın sonucudur. Travmatik olaylar, bireyin veya toplumun beklenmedik ve yıkıcı bir deneyim yaşamasıyla ortaya çıkar. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ve beden-zihin bağlantısına dair çalışmalarıyla tanınan psikiyatrist Bessel van der Kolk, “The Body Keeps the Score” adlı kitabında, travmanın sadece zihinsel değil, bedensel düzeyde de izler bıraktığını savunur. Bolu yangını sonrası birçok insanın sürekli kaygılı, tetikte ve çaresiz hissetmesi bu travmanın psikolojik bir yansıması olabilir.
American Psychiatric Association tarafından yayımlanan çalışmalara göre, travmatik olaylar yaşayan topluluklarda depresyon, anksiyete ve TSSB oranlarında belirgin bir artış gözlemlenmiştir. Bolu’daki yangın sonrası insanlar yalnızca sevdiklerini kaybetmekle kalmadılar, aynı zamanda geleceğe dair güvenlerini de yitirdiler. Travmatik olayların ardından ortaya çıkan öfke, genellikle kayıp yaşayan toplumların iyileşme sürecinin doğal bir parçasıdır ve bu süreçte sağlıklı bir şekilde ifade edilmesi önemlidir.
Adalet arayışı, yas sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanabilmesi için kritik bir unsurdur. Yas süreci yalnızca kayıpla başa çıkmak değil, aynı zamanda kaybın anlamlandırılması ve toplumun geleceğe yönelik güven duygusunu yeniden inşa etmesiyle ilgilidir. Howard Zehr, restoratif adalet teorisinde, mağduriyetin ve kaybın yalnızca bireysel değil, toplumsal bir iyileşme süreci gerektirdiğini savunur. Yangın gibi toplumsal felaketlerde, adaletin sağlanmaması durumunda yas süreci uzayabilir ve kronikleşebilir.
Araştırmalar, adaletin sağlanmadığı durumlarda bireylerin yas sürecinde takılı kalabileceğini ve travmanın tekrarlayan bir döngüye dönüşebileceğini göstermektedir. Adalet duygusu, yasın ilerleyebilmesi için güven duygusunu yeniden tesis eder. Michael Linden, “Prolonged Grief Disorder” kavramında, bireylerin veya toplumların kayıplarına anlam yükleyemediklerinde yas süreçlerinin patolojik hale gelebileceğini belirtir. Bu bağlamda, Bolu yangını sonrası adalet talebi, yalnızca maddi tazminatlar veya suçluların cezalandırılmasıyla değil, aynı zamanda toplumun güvenliğinin yeniden sağlanması ve gelecekte benzer felaketlerin önlenmesi için somut adımlar atılmasıyla mümkün olabilir.
Bolu’da yaşanan yangın, ruhsal ve toplumsal etkileriyle de uzun süre konuşulacak bir travma yarattı. Kolektif yas, bireylerin ve toplumların travmatik olaylar karşısında yaşadığı ortak bir duygusal süreçtir. Toplumsal bellek, kimlik ve psikolojik dayanıklılık açısından derin etkileri bulunmaktadır. Klinik psikologlar ve psikiyatristler, bu sürecin sağlıklı bir şekilde yönetilmesi için bireysel ve grup terapileri, psikoeğitim, topluluk temelli destek sistemleri ve anlam arayışına yönelik çalışmalar önermektedir.
Fakat unutulmamalıdır ki yas, güven ve adalet duygusu tahsis edilmediği müddetçe tamamlanmaz. Bu nedenle bir toplumu iyileştiren bireysel müdehalelerden ziyade hukuki yaptırımlar ve politik düzenlemeler olacaktır.
Bu süreçte unutulmaması gereken en önemli şeylerden biri, yasın yalnızca pasif bir süreç olmadığıdır. Yas, anlam arayışının ve toplumsal dönüşümün bir parçasıdır. Adaletin sağlanması, toplumun yas sürecini tamamlaması için kritik bir faktördür. Toplumlar, yaşadıkları kayıplardan ders çıkararak daha dayanıklı hale gelebilirler. Ancak bu, yalnızca bireysel psikolojik dayanıklılıkla değil, aynı zamanda adalet, hesap verebilirlik ve önleyici politikalarla mümkündür. Ruh sağlığı, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda politik bir konudur ve Bolu’da yaşanan bu trajedi, bizlere bu gerçeği bir kez daha hatırlatmaktadır.
EN ÖNEMLİSİ ŞU Kİ; Yas, yalnızca bireylere özgü bir süreç değildir; toplumun ortak paydasında yeşeren bir duygudur. Felaketlerin ardından kaybedilen ise yalnızca sevdiklerimiz değildir—adalet ve güven duygusu da ağır darbe alır. Toplum olarak yas tutmak, bu değerleri yeniden inşa etmenin en güçlü yoludur. Acıyı paylaşmak, kayıpları birlikte göğüslemek ve umudu diri tutmak hem bireysel hem de toplumsal iyileşmenin temelini oluşturur. Adalet, yaşananların hesabını sormanın yanı sıra yeni acıların önüne geçmektir; güven ise birlikte saracağımız yaraların tam ortasında filizlenir. ‘Herkes kendi acısıyla başa çıksın’ anlayışı, ortak belleğimizi ve dayanışma ruhumuzu zedeler. Oysa kolektif yas, acıya sahip çıkmak ve dönüşümü başlatmak için en güçlü zemini sunar.
Uzm. Psk. Selin Kahvecioğlu Ocak