İçindekiler
Toggle“Ama burayla ilgili neyi sevdim biliyor musun? Türkiye mutsuzlar için şahane bir yer. Yurt dışında yalnız yalnız mutsuz olacağına, burada kolektif bir mutsuzluğun parçası oluyorsun. O çok iyi geliyor insana.” – Hazal, Adsız Aşıklar
Netflix yapımı Adsız Aşıklar dizisinde göçmen Hazal karakterinin söylediği bu söz, bana göçmenlik ve göçmen olmak ile ilgili konuştuğumuz terapi odalarından fazlasıyla tanıdık geliyor. Göçmenlerle çalışırken sık sık benzer cümleleri ve benzer duyguları duyuyorum: “Burada her şey daha iyi olabilir ama kendimi ait hissetmiyorum.” Hatta bazıları, Türkiye’de sürekli şikâyet ettiği şeyleri bile özlediğini fark ediyor ve bazen bunu dile getirmekten çekiniyor. Çünkü bu durum genellikle Türkiye’deki yakınları tarafından bir şımarıklık gibi görülüyor. “Türkiye’de ne var ki? Ekonomik kriz, güvensizlik, adaletsizlik… Neyini özlüyorsun?” diye eleştiriliyorlar. Oysa insan sadece rahatı değil, aidiyeti de arıyor. Burada mesele daha iyi bir hayat değil, daha tanıdık bir hayat özlemi. Çünkü mesele sadece nerede yaşadığın değil, kimlerle yaşadığın.
Bağlanma teorisine göre, insanlar bebeklikten itibaren sosyal bağlantılara ihtiyaç duyarlar. John Bowlby’nin çalışmaları, insanların yalnız kalmaya biyolojik olarak tahammülsüz olduklarını gösteriyor. Bağlanma sistemimiz, bizi bir topluluk içinde güvende hissettirmek üzerine inşa edilmiştir. Yani, birey olarak mutsuz olmak, beynimiz tarafından bir “tehdit” olarak algılanabilir. Çünkü insan evrimsel olarak yalnız kaldığında hayatta kalma şansı azalır. Oysa topluluk içinde mutsuz olmak, bir dayanışma duygusu yaratır ve “yalnız değilim” hissi bile kişiyi daha iyi hissettirebilir.
Bir expat düşünelim. Yurt dışında, kendine ait olmayan bir kültür içinde yalnız başına, kendi mutsuzluğu ve belki göçmen olmaktan dolayı yaşadığı ve ona özel sorunlar ile yüzleşiyor. Türkiye’de olsa belki de ekonomik krizden, adaletsizlikten, toplumsal güvensizlikten şikâyet edecek ama en azından bu sıkıntıları başkalarıyla birlikte deneyimleyecek. Bu kolektif mutsuzluk, bireysel mutsuzluğun getirdiği yalnızlıktan daha katlanılabilir hale geliyor.
Nostalji üzerine yapılan araştırmalar, insanların geçmişteki deneyimlerini daha romantize ettiğini ortaya koyuyor. Constantine Sedikides ve ekibi tarafından yapılan çalışmalar, nostaljinin psikolojik olarak koruyucu bir etkisi olduğunu gösteriyor. İnsan, yalnız kaldığında geçmişini özlemeye daha yatkın hale gelir. Bu yüzden expatlar, Türkiye’deki sorunları unutarak, sadece orada hissettikleri aidiyet duygusuna odaklanabilirler. Bu bir tür psikolojik savunma mekanizmasıdır.
Özellikle göç eden kişilerde duygusal nostalji diye türkçeye çevirebileceğimiz bir olgu vardır. Göçmenler sadece bir ülkeyi değil, orada kendilerine ait bir kimliği de bırakmış olurlar. Göç etmek, bir nevi “kendi geçmiş benliğini” geride bırakmak demektir. O yüzden göçmenler, geçmişte paylaşılan deneyimleri (ister iyi, ister kötü olsun) özlemle anmaya meyillidirler.
Evrimsel psikolojiye göre, insanlar gruplar halinde yaşamaya programlanmıştır. Bu programlama sadece mutlu anlarda değil, kriz anlarında da devreye girer. Tarih boyunca savaş, kıtlık, salgın gibi büyük felaketler yaşanmış ama insanlar bu süreçleri birlikte atlatarak dayanışma içinde hayatta kalmışlardır. Bu yüzden, ortak bir sıkıntıyı paylaşmak, bireysel acının katlanılabilir hale gelmesini sağlar.
Bu perspektiften bakarsak, kolektif mutsuzluk aslında evrimsel olarak bizi bir arada tutmaya yarayan bir araç olabilir. Yani mutsuzluk, yalnızca acı veren bir deneyim değil, aynı zamanda sosyal bağları güçlendiren bir faktördür.
Henri Tajfel’in geliştirdiği sosyal kimlik teorisi, insanların bir gruba ait olma ihtiyacını vurgular. Bir grubun parçası olmak, bireyin kendini daha güvende hissetmesini sağlar. Bu yüzden, bir expat yurt dışında kendini yalnız hissederken, Türkiye’deki kolektif mutsuzluk ortamına geri dönmeyi tercih edebilir. Çünkü en azından orada kendini bir grubun içinde hisseder.
Bir nevi, “Mutsuz olacaksam, en azından bunu tanıdık insanlarla birlikte yaşayayım” düşüncesi ortaya çıkar. Grup içindeki bireyler benzer şikâyetlere sahip olduklarında, bu ortak paydalar bireylere yalnız olmadıklarını hissettirir. Bu da, sosyal aidiyetin getirdiği psikolojik rahatlama ile sonuçlanır.
Adsız Aşıklar dizisinde Hazal karakterinin repliği aslında büyük bir psikolojik gerçeği ifade ediyor: İnsan sadece mutlu anları değil, mutsuz anları da paylaşmak istiyor. Çünkü yalnız başına mutsuz olmak, birey için daha zorlayıcı bir deneyim. Göçmenler ve expatlar için en büyük zorluklardan biri, çevrelerinde aynı şikâyetleri paylaşabilecek insanların olmaması ya da azlığı.
Türkiye’ye duyulan özlem, sadece bir coğrafyaya değil, kolektif olarak paylaşılan hislere ve deneyimlere duyulan özlemdir. İnsan sosyal bir varlıktır ve bu sosyal doğamız gereği, en olumsuz koşullarda bile bir arada olmayı tercih ederiz.
Bu yüzden, göçmenler bazen yalnız mutlu olmaktansa, tanıdık mutsuzluğu özlüyor.
Eğer sana bu duygu tanıdıksa ve zorlanıyorsan göçmen ve expat danışmanlığı hakkında bilgi alabilsin.
Göçmenlerin ruh sağlığı açısından riskleri okumak istersen buraya tıklayabilirsin.